İnsanlık tarihinin büyük kısmında, bireylerin yaşam süresi oldukça kısaydı. Uzun yüzyıllar boyunca dünya genelinde doğumda ortalama yaşam beklentisi yalnızca 30 yıl civarındaydı. Bunun başlıca nedeni, özellikle çocukluk dönemindeki yüksek ölüm oranlarıydı. Örneğin, 16. yüzyıl İngiltere'sinde doğan 100 çocuktan 60'ının 16 yaşına ulaşamadığı tahmin ediliyor.
Ancak son iki yüzyılda, insan ömrü ciddi bir sıçrama yaşadı. Dünya Bankası verilerine göre, küresel yaşam beklentisi 200 yılda iki kattan fazla artarak 72 yılı aştı. 1820'de hâlâ 30 yıl civarında olan ortalama yaşam süresi, başta temiz suya erişim, kanalizasyon sistemleri ve daha dengeli beslenme gibi halk sağlığı önlemleri sayesinde her yıl istikrarlı biçimde arttı.
Bu ilerlemenin en belirgin olduğu yerlerden biri de Amerika Birleşik Devletleri. 1900'de ülkedeki ortalama yaşam süresi 47 yılken, bugün bu süre 78,7 yıla çıkmış durumda. Aynı zamanda, nüfusun yapısı da dramatik şekilde değişti: ABD’de artık 65 yaş ve üzerindeki bireylerin oranı %15,6’ya yükselirken, 5 yaş altı çocukların oranı yalnızca %6,1.
Dünya genelinde de benzer bir eğilim söz konusu
Tarihte ilk kez, 2020 yılında yaşlı nüfusun (65 yaş ve üzeri), küçük çocukların (5 yaş altı) sayısını aştığı bir döneme tanıklık ettik. Bugün dünya nüfusunun %8,5’i 65 yaş ve üzeri.
Yaşam beklentisindeki bu artışın aynı hızla sürmesi hâlinde, bazı projeksiyonlara göre 2100 yılına gelindiğinde dünya genelinde ortalama yaşam süresi 92 yıla kadar çıkabilir. Ancak Birleşmiş Milletler’in 2017 tarihli orta senaryo öngörüsü, daha temkinli bir tablo çizerek bu rakamın 83 yıl olacağını öne sürüyor.
İnsan ömrünün giderek uzaması, yalnızca sağlık alanında değil, ekonomi, emeklilik sistemleri ve sosyal politikalar açısından da dünya genelinde yeni dengeler kurulmasını zorunlu kılıyor.